Yeni bir kitap yorumu ile merhabalar. Çay mı
kahve mi sorusunun cevabını düşünürken ne okuyalım sorusuna cevaben küçük
önerime başlıyorum.
(dipnot: Her blog yazımda belirttiğim gibi kitap
okurken bir defteriniz olsun. Sizi anlatan ve beğendiğiniz yerleri yazın. Küçük
ama aslen çok büyük bir hazineniz olur. )
KAYIP GÜL /
SERDAR ÖZKAN
Serdar Özkan 1975 yılında doğmuş. Ortaokul ve
lise öğrenimini Robert Kolejinde okumuştur.
Amerika da Lehingh Üniversitesinde İşletme ve Psikoloji eğitimi almıştır. Kayıp
Gül yazarın ilk kaleme aldığı eseridir. Kayıp Gül 205 sayfa, sondeyiş dahil 49 bölümden oluşmakta ve 12 tl gibi
uygun bir fiyatı var. Dünya basınında
önde gelen haber ve basın kuruluşları tarafından kitap övgü ile bahsedilmiş.
Yurtdışında, Random House, Bertelsmann, Bompiani, Hachette gibi dünyada seçkin
kitap evleri tarafından yayınlanmış ve 29 dile çevrilmiştir.
Kayıp Gül’ün üslubu çok sade. Herkesin
okuyabileceği sıkılmadan rafında yer ayırabileceği ve zaman kaybı olmayan bir
kitap diyebilirim. Kitabın içinde Türkiye deki birkaç mitolojik olaydan da
bahsediliyor. Yani küçükte olsa bir Türkiye tanıtımı var diye yorum yapsam
yanlış olmaz. Kitabın bu kadar dile çevrilip tutulmasına öznel bir yorum
yaparsam en büyük etkenin sade bir anlatımı olması ve insani özellikler olan
sevgi, benlik arayışı vb. anlatılması diyebilirim. Zaten dikkat ederseniz
dünyada en çok satılan veya klasiklerde yerini alan bütün kitaplar basit bir
dili olup birçok insana hitap etmesidir ve her okuyanın kendisinden bir parça
bulmasıdır. Kayıp Gülde birçok insanın ortak noktalarına hitap ediyor. Ama
hitap eden ortak noktalarda ne kadar doyurucu olur derseniz bu da her okuyucuya
göre değişir.
Kayıp Gül, Küçük Prens’e benzetiliyor. Bense bu
benzetmeyi kendi değerlendirmeme göre betimlersem ikisi de aynı meyve olabilir
ama ben Küçük Prens’in daha bir lezzetli olduğunu diyebilirim. Ama Kayıp Gül
hakkında ki yorumlara bakınca genellikle çok acımasız yorumlar var. Anlık
popüler kültür içerisinde hiçbir kitabı değerlendirmemenizi tavsiye ediyorum. Kayıp Gül yazarın ilk kitabı olduğunu unutmamak gerekir ve bir ilk kitaba göre bence baya bir başarılı.
Kayıp Gülü herkese tavsiye ederim. Kitaplarda beğendiğiniz yerleri
yazdığınız bir defteriniz varsa Kayıp Gül den baya yazacağınız yazılar olacaktır.
Kitapları bir deniz olarak betimlersek Kayıp Gül sığ sular bölgesine
yerleştiririm. Okurken kimseyi yormayan ve okumanın lezzetini de kaybettirmeyen
bir kitap. Ama Küçük Prens tarzında kitapları çok okuyanların ise sonunu tahmin
etmesinin zor olmadığı bir eser diyebilirim.
Kayıp Gül’ün konusu kahramanı olan Diana annesi
öldükten sonra ona bırakmış olduğu mektuplarla içsel bir yolculuğu başlar ve bu
yolculukta kendini yeniden keşfeder. İçindeki kayıp gülü bulmakta annesinin
mektupları harita olur.
Kayıp Gül de en beğendiğim yeri;
‘’ Kaldığı evin az ilerisindeki falezlere
kurmuştu o gün tuvalini. Tam resme daldığı sırada yakınından havalanan bir
martı deniz seviyesine doğru süzülüşe geçmişti. Hemen ardından, karşı
kayalardan fırlayan başka bir martı da aynı yönde alçalmaya başlamıştı. İkisi
de suya çarpmalarına az bir mesafe kala, seri birer manevra yaparak göğe doğru
yükselişe geçmiş, adeta kanatlarıyla birbirine sarılmış bir vaziyette, falezlerin
seviyesini bir hayli aşana dek yükselişlerini sürdürmüşlerdi.
Bu iki martının uçuşunu izlerken kendince bir
çıkarımda bulunmuştu: ''Bağlanabilmek için , önce bağımsız olmak gerekir.''
Oysa insanların çoğu yeni ilişkilere eski
bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik, ister
anlaşılmamak , isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her
bağ yeni bir ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu .Daha önceki
ilişkilerinde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar, ama haksızlık
edenin karşı taraf değil de, bir türlü bırakamadıkları geçmişleri olduğunu
göremiyorlardı .İşte farklı kayalardan, ayrı ayrı kendine yetebilmeyi
gerçekleştirebilmiş bu iki martı birbirleri için geçmişteki yerlerini terk
edebilmiş, sıfır seviyesine inerek benlik bağlarından arınmış, böylece ''bir''
göğe doğru yükselebilmişlerdi.
Ressam martılı resimler yapma alışkanlığı işte o
günlerden kalmaydı. Ama martısı artık tek başına uçmaktan usanmış, alçalacağı
gün için sabırsızlanmaya başlamıştı. Belki bunu gerçekleştireceği kıyı burası
değildi, ama yine de hiçbir yere ayrılamıyor, tepede daireler çizmeye devam
ediyordu.’’
Umarım kitap hakkında aydınlatıcı olmuşumdur. Madam 46’nın gözünden yeni kitaplarda buluşmak üzere:)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder