25 Nisan 2015 Cumartesi

Kayıp Gül

Yeni bir kitap yorumu ile merhabalar. Çay mı kahve mi sorusunun cevabını düşünürken ne okuyalım sorusuna cevaben küçük önerime başlıyorum.
(dipnot: Her blog yazımda belirttiğim gibi kitap okurken bir defteriniz olsun. Sizi anlatan ve beğendiğiniz yerleri yazın. Küçük ama aslen çok büyük bir hazineniz olur. )

KAYIP GÜL  /  SERDAR ÖZKAN
Serdar Özkan 1975 yılında doğmuş. Ortaokul ve lise öğrenimini  Robert Kolejinde okumuştur. Amerika da Lehingh Üniversitesinde İşletme ve Psikoloji eğitimi almıştır. Kayıp Gül yazarın ilk kaleme aldığı eseridir. Kayıp Gül 205 sayfa, sondeyiş  dahil 49 bölümden oluşmakta ve 12 tl gibi uygun bir  fiyatı var. Dünya basınında önde gelen haber ve basın kuruluşları tarafından kitap övgü ile bahsedilmiş. Yurtdışında, Random House, Bertelsmann, Bompiani, Hachette gibi dünyada seçkin kitap evleri tarafından yayınlanmış ve 29 dile çevrilmiştir.
Kayıp Gül’ün üslubu çok sade. Herkesin okuyabileceği sıkılmadan rafında yer ayırabileceği ve zaman kaybı olmayan bir kitap diyebilirim. Kitabın içinde Türkiye deki birkaç mitolojik olaydan da bahsediliyor. Yani küçükte olsa bir Türkiye tanıtımı var diye yorum yapsam yanlış olmaz. Kitabın bu kadar dile çevrilip tutulmasına öznel bir yorum yaparsam en büyük etkenin sade bir anlatımı olması ve insani özellikler olan sevgi, benlik arayışı vb. anlatılması diyebilirim. Zaten dikkat ederseniz dünyada en çok satılan veya klasiklerde yerini alan bütün kitaplar basit bir dili olup birçok insana hitap etmesidir ve her okuyanın kendisinden bir parça bulmasıdır. Kayıp Gülde birçok insanın ortak noktalarına hitap ediyor. Ama hitap eden ortak noktalarda ne kadar doyurucu olur derseniz bu da her okuyucuya göre değişir.
Kayıp Gül, Küçük Prens’e benzetiliyor. Bense bu benzetmeyi kendi değerlendirmeme göre betimlersem ikisi de aynı meyve olabilir ama ben Küçük Prens’in daha bir lezzetli olduğunu diyebilirim. Ama Kayıp Gül hakkında ki yorumlara bakınca genellikle çok acımasız yorumlar var. Anlık popüler kültür içerisinde hiçbir kitabı değerlendirmemenizi tavsiye ediyorum. Kayıp Gül yazarın ilk kitabı olduğunu unutmamak gerekir ve bir ilk kitaba göre bence baya bir başarılı.
Kayıp Gülü herkese tavsiye  ederim. Kitaplarda beğendiğiniz yerleri yazdığınız bir defteriniz varsa Kayıp Gül den baya yazacağınız yazılar olacaktır. Kitapları bir deniz olarak betimlersek Kayıp Gül sığ sular bölgesine yerleştiririm. Okurken kimseyi yormayan ve okumanın lezzetini de kaybettirmeyen bir kitap. Ama Küçük Prens tarzında kitapları çok okuyanların ise sonunu tahmin etmesinin zor olmadığı bir eser diyebilirim.
Kayıp Gül’ün konusu kahramanı olan Diana annesi öldükten sonra ona bırakmış olduğu mektuplarla içsel bir yolculuğu başlar ve bu yolculukta kendini yeniden keşfeder. İçindeki kayıp gülü bulmakta annesinin mektupları harita olur.
Kayıp Gül de en beğendiğim yeri;
‘’ Kaldığı evin az ilerisindeki falezlere kurmuştu o gün tuvalini. Tam resme daldığı sırada yakınından havalanan bir martı deniz seviyesine doğru süzülüşe geçmişti. Hemen ardından, karşı kayalardan fırlayan başka bir martı da aynı yönde alçalmaya başlamıştı. İkisi de suya çarpmalarına az bir mesafe kala, seri birer manevra yaparak göğe doğru yükselişe geçmiş, adeta kanatlarıyla birbirine sarılmış bir vaziyette, falezlerin seviyesini bir hayli aşana dek yükselişlerini sürdürmüşlerdi.
Bu iki martının uçuşunu izlerken kendince bir çıkarımda bulunmuştu: ''Bağlanabilmek için , önce bağımsız olmak gerekir.''
Oysa insanların çoğu yeni ilişkilere eski bağlarla geliyorlardı. Geçmişten taşıdıkları ister güvensizlik, ister anlaşılmamak , isterse de çevrelerine ördükleri savunma duvarları olsun, her bağ yeni bir ilişkiyi özgürce yaşamalarını engelliyordu .Daha önceki ilişkilerinde haksızlığa uğradıkları konusunda belki haklıydılar, ama haksızlık edenin karşı taraf değil de, bir türlü bırakamadıkları geçmişleri olduğunu göremiyorlardı .İşte farklı kayalardan, ayrı ayrı kendine yetebilmeyi gerçekleştirebilmiş bu iki martı birbirleri için geçmişteki yerlerini terk edebilmiş, sıfır seviyesine inerek benlik bağlarından arınmış, böylece ''bir'' göğe doğru yükselebilmişlerdi.
Ressam martılı resimler yapma alışkanlığı işte o günlerden kalmaydı. Ama martısı artık tek başına uçmaktan usanmış, alçalacağı gün için sabırsızlanmaya başlamıştı. Belki bunu gerçekleştireceği kıyı burası değildi, ama yine de hiçbir yere ayrılamıyor, tepede daireler çizmeye devam ediyordu.’’






Umarım kitap hakkında aydınlatıcı olmuşumdur. Madam 46’nın gözünden yeni kitaplarda buluşmak üzere:)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder